8.07.2011

Söz

İhsan, yatsı ezanıyla beraber dükkandan çıktı. Çöp kamyonu daha yeni geliyordu. Sokak hala canlıydı. Hava soğuk ama boğucuydu. İşportacı bağırışları, araba kornaları ve kalabalığın gürültüsü on dakika sonra azalarak bitmişti.
Keyifliydi. Müşteri fazlaydı bugün. Elindeki poşeti bileğine takıp ellerini cebine soktu. Hafif göbekli, orta yaşlı, çirkince bir adamdı aslen. Herkes gibi tanıdık mekanları vardı. Sabah akşam geçtiği yol, aklında küçük planlar vardı geleceğe yönelik.
Eve yaklaştığını hissettiğinde, bakkala girdi:
- …kaç kaçtı?
- 3-1.
- Keşke üst oynasaydım be.
- Bir küçük, iki ekmek. Bir de yoğurt.
- Elimde banko var. 25 yeter abi.
- Kaçıncı banko? Sen…
Bakkaldan çıktı. Eve hala bir malbora’lık mesafe vardı. Duman saçlarına sürtünerek yükseldi. Oğlanın dersleri, yeni bir çamaşır makinesi, aylık su, elektrik vs. çeteresi ve vitrindeki kunduralar. Zor be hayat, kardeşim.
Ev sahibinin erik ağaçları arasında üç katlı bir yapıntı. Dış kapı açıktır. Kapatır. İç kapıya ayakla vurur iki kez. Bir daha. İçeriden ‘… geldim, ay tamam…’lar:
- Hoş geldin.
Elindekileri uzatır İhsan. Hızla alır poşetleri mutfağa yetişir Aysel. Ayakkabılar düzeltilir. Kapı örtülür. Mutfaktan:
- Hayrola, bir şeyi mi kutluyoruz?
Cevap gelmez. İhsan kendi kendine gülerek cevap vermiştir lakin.
Hararetli sesler mutfaktan. Yemek kokuları ve arada duyulan günün havadisleri.
- Oğlan yine yırtık gömlekle geldi.
- Necla hanımların düğünü var cumartesi.
- Bir de şu musluğun civatasını değiştirsen iyi olur bey.
Vesaire. Vesaire. Sessizlik için televizyonu açtı İhsan. Sesler birbirine karıştı. Huzur buydu.
Gözlerini kapadığını bile fark etmemişti. Açtığında Aysel yemek masasına turşuyu ve tabakları getiriyordu.
- Hadi, Murat! Yemek hazır.
- Tamam, geldim.
Sersemlikle sallanarak kalktı koltuktan. Yemek masasına oturdu. Aysel’in masaya yemeği getirişini seyretti. Onun için fazla güzeldi. Kendine kızdı, onu evde çürüttüm diye. Sonra nasıl evlendiklerini hatırladı. Aysel kaçmıştı ona. O zamandan kalan tebessüm vardı yüzünde. Yemekleri koyarken sallanan bilezikleri. Gerdanında tenini kesen dantelli elbise.
- Muraaat!
Delikanlı da ergen tavırlarıyla teşrif etti sofraya. Aysel’in güzel bir bakışıyla kendine geldi İhsan. Yemeğe başladılar. Tek kelime edilmedi. Aynı edayla kalktı genç adam sofradan. Yine baş başa kaldı çift. Aysel’de yemek sonrası telaşı. İhsan’da ise tabağında kalmış taze fasulye ve yoğurda dalgın bir bakış. Aysel elinde rakı, buz ve bardakla:
- Buyur, afiyet olsun.
Aysel’in buzu koyan elini tuttu. Yanındaki sandalyeye oturtmak istedi. İlk başta bir kabul vardı Aysel’de ama İhsan kolunu kavrayıp bakışlarını yumuşatınca ona karşı çekti elini. Sırtını dönüp mutfağa girdi. Oradan yarı duyulur bir sesle:
- Bunca işin gücün arasında…elinde rakıyla geldin…bu aralar sıkışığız biliyorsun…gündeliğe de gidemi…sinirlerim alt üst zaten…gelip hiç söz söylemeden…yapıyorsun ya…bayram değil seyran değil…iki güzel laf eder insan bari…
Rakıyı açması ve bardağa koymasıyla sesi duymaz hale geldi İhsan. Ne su ne buz. Sek dikti bir dubleyi. Sonra düşündü; ne önemi vardı ki sözlerin, bir sıcak kucaklama, sevdiğinin bir öpücüğü yanında. Konuşmayı neden bu kadar önemsiyor ki Aysel?
Gece, orta halli salonun ortasında İhsan rakısını içerken geçip gitti. Dönüp baktığında Aysel televizyon izlerken uyuyakalmıştı koltukta. Biraz ayıp biraz çocukvariydi uykusu. Aysel’i dürttü, yatağa yürüdü. Daha sonra Aysel’in arkasını toplayıp geldi mi gelmedi mi hatırlamıyordu yatağa.

Sabah. Alarmla uyandı İhsan. Aysel uyuyordu; belli ki gündeliğe gitmeyecekti. Yüzüne bir su attı. Aynaya baktı ama görmedi. Kahvaltı masasını hazırladı. Çayı demledi. Murat’ı uyandırmak için kapıyı açtı. Uykulu kokusunun arasından oğlanı dürttü. Hiç itiraz etmeden uyandı çocuk.
Her sabahki gibi kahvaltıları sessizdi. Babasının cebinden vestiyere boşalttığı bozukluklardan büyükçelerini seçip çıktı Murat kaş göz arası.
Son bir demli çay ve sigarasını alıp balkona çıktı İhsan. Üşümüştü gece. Aysel’e de sarılmamıştı. Garip bir soğukluk vardı içinde. Çayla geçer diye hızla içti sigarayla. Geçmedi. Üstüne montunu alıp çıktı dışarı. İşe gitmek için beş dakika ve bir belediye otobüse gerekliydi. Geldi.
Tıklım tıklım, sabahın kendine ait soğuk kokusuyla buğulanıyordu yüzler. İnsanlar birbirine sürtünüyordu. Bir an içindeki soğukluğun sıcacık eriyip aktığını hissetti İhsan. Beş dakika daha dedi içinden. Ama otobüs herkesin indiği durağa gelmişti, o da indi. İnsan seli arasında dükkana yürüdü. Dükkanın kepenklerini kaldırdı. Ekmekleri içeri aldı. Bir de Zaman gazetesi. Temizlik, koltukları yerleştirme derken teker teker; kalfalar, aşçılar, akranlar ve patron geldi.
Ve sokağın canlanmasıyla dışarı çıktı İhsan. Küçük şişeden bir su içip boğazını temizledi. Başladı günlük konuşmasına:
- Buyrun efendim. Çayımız yeni demlendi. Buyrun kahvaltı tabağımız, omlet, poğaça çeşitlerimiz bulunmakta. Gençler buyrun, arka tarafta bahçemiz var. Buyrun sigara içebilirsiniz. Efendim hoş geldiniz, çay kahve soğuk meşrubatlar. Nargile servisimiz başlamıştır. Efendim buyrun içeride aile salonumuz da bulunmakta. Kahvaltı tabağı ve sınırsız çay 9 lira. Delikanlı buyur, yemek servisimiz de var. Hoş geldiniz buyrun…