26.06.2011

Ölümü Beklerken

Gencin gözbebekleri iyice küçülmüştü. Parmaklıkların hücre duvarındaki gölgesi iyice belirginleşmişti. Bu sabah güneş gence daha parlak gelmişti. Sanki yanında bir ziyaretçi getirmişti. Azrail'in ta kendisiydi. Binlerce kanadı ve muazzam parlaklığıyla güneşi gölgede bırakıyordu. Her ne kadar hücrenin dış dünyaya açılan tek penceresinden göremese de güneşi.
Koridorun başındaki demir kapının açılışı bütün koğuşlarda yankılandı. Yorgun bakışlarını hafifçe yukarı doğrulttu. Gardiyanın her adımı sanki kalbinden geliyordu. Git gide artarak sonun yaklaştığını hatırlatıyordu. Adımlar durdu kapının önünde. Hücrenin karanlığını bozan tek güneş değildi artık. Demir, taş ve kanlı gözler aydınlanıverdi beyaz bir ışıkla. Gözcü yeri kapandı, kilitler açıldı. Demir kapının açılmasıyla bir deri bir kemik kalmış bacaklar son gücünü göstermeye hazırlandı. Ağır ve usulca. Artık akıla uymayacaktı ayaklar bu acınası halleriyle, göz yumacaklardı kadere.
Gardiyanın onu kaldırmasıyla gencin eskimiş vücudu sızladı. Artık ne gençlik ateşi kalmıştı ne eski günlerin dobralığı. Şu an tek şey vardı: Umutsuzluk.
Yavaş yavaş alıştı floresana gözleri. Uzun mavi koridorda, geçerken lambaların altından, kırılacakmış gibi geliyordu her adımda kemikleri. Kelepçenin anlmı yoktu artık bileklerinde. Anlamlı olan: Ölümdü.
Demir kapıları geçerken birer birer gardiyanların nezaretinde durgun bakışları sonunun geleceği yere odaklanmıştı. Sözler, yüzler, sesler... Az sonra kaybolacak.
Hava bulutluydu avluya girdiğinde. Yer gri, gök gri, insanlar gri... Darağacı boynu bükük bir gelin gibi bakıyordu ona. Bir yandan cellat bıyık altından gülüyordu sanki ona. Hapisteyiz sonuçta; ziyaretçisi gelince insanın gülümseme konuyor yüzüne.
Tahta platform gıcırdadı gencin adımlarıyla. Köy ağası edasıyla yürüyordu genç elleri kelepçeliyken. Durduğunda boğumlu sicimin karşısında attı duvağını gelin gencin boynuna. Ve yandı boynu, zeminin altından kalkmasıyla.