28.06.2011

İlahın Takdisi

Hislerimizin sanrılardan oluştuğu anlar vardır. Hiç bir umudumuzun tükenemediği sonsuza kadar. Lakin o andır insanın sınandığı hayvanmışçasına.
Elbette ilahlarında hastalıkları vardır bizim içimizde. İşte o hikaye:
Yemeğin sonlarına doğru. Sofra savaştan çıkmışçasına. Ama bir o kadar da rutin hareketlerle dolu. Üstündeki salımlı elbise çorba lekeleriyle dolu. Arkadaşının yaptığı masanın kıymıkları ara sıra eline geliyor. Masa uzunlamasına ve tek yönlü, bir topluluğa karşı kurulmuşçasına.
Masadaki insanlarda dingin bir neşe. Ufak jestler ama yapmacık. Arada sessizlik ve kutsal bir sesin nutuğu. Tam vaaz sırasında ses kolunun metal bardağa çarpıyor.
Etraftaki insanlarda masadakilerin aksine hüzün sefalet. Hava yiyor etleri sanki gizlice. Ve gözü bu insanlara takılıp duruyor.
Bizler umutlarıyız insanların. Yiyemedikleri ekmek, içemedikleri su, öpemedikleri sevgili. Ama sakallarımız güzelim şaraplardan başka hiçbir şeyi umursamadan sarkmakta, hiçbir işe yaramadan.
Kasvet yüksek tavandan aşağı çöküyor usulca hiç hissettirmeden yokluğunu acının. Güneş son ışığını az önce bıraktı, artık kibrit alevi. Şamdanların üstü kırık, hafif, titrek...
Ağrılarımız bitecek kardeşlerim gece bir tüy gibi inecek. Acılarımız duracak arkadaşlarım hiç bir tanık bırakmayacak.
Düşüncelere daldı: Sen ki insanların umudusun. Onların gözü önünde yakında öleceksin. Ya sonra? Tekrar aynı umutsuzluk. On ikimiz de gideceğiz hiçbir şeyi değiştirmeden. Peki ne yapmalı ki kurtarmalı umudu sonsuza kadar?
'Acıdır bizi cennetin kapılarından içeri alacak, bilgeliktir bizi orada karşılayacak olan...'
Her insan tüm insanlığa iyilik yapamaz.
Kıkırtılar çıktı masadan. Aralarından en bebek yüzlüsünde garip bir heyecan. Parmağıyla masanın üzerinde yürüyen adamı gösteriyor. Diğerleri bir an pür dikkat.O an ağır ağır bir fakir masayı süzerek geçiyor yanlarından.
Tüm insanlığa iyiliğimiz bedir ki? Kendimiz, ölümümüz, ilahımız... Ya bir trajedi yaşansaydı burada tüm insanlığım tanık olacağı her şeyin merkezi Kudüs'te. Bir daha kaybolmazdı umut belki de.
İlk başta metalik şakırtılar duyuldu. Tavan yankı yapmaya başladı yak seslerinin ağırlığını duyunca. Önlerinde cılız yarı çıplak adamla cabbar askerler. Sefaleti yararak gelmekte son yemeğe.
Bir an her şey yavaşlar. Herkes kalkar masadan korkularını sandalyede bırakmaya çalışarak. Hiç kardeşlerini düşünmeden. Ve bir el masanın ortasındaki yemeğin gözbebeğini gösterir. Yahuda:
- İşte İsa. Yakalayın şunu...
O anlar masanın köşesinde oturup düşünceler diyarında gezerken Yusuf:
- Takdis, ancak umudun trajedisiyle sonsuzluğu oluşturur, tüm insanlığın içine acıyla kazınır bir yaraymışçasına.