29.06.2011

Dragon

KA-241’in kanına saat 7.23’te kortizon verildi. KA–241’nin, robotların insanlara karşı zararları yüzünden robotların kaldırılmasından beri arşiv bölümünde görevli olduğu polis departmanına gitmesi için yaklaşık 17 dakikası vardı. Bu süre içinde küresel ısınmadan dolayı suyun yerini almış temizlik kremlerini vücuduna sürmesi ve genetik uzmanlarının vücudunda yaptığı değişiklerden dolayı günlük besin ihtiyacını karşılayacak iki hap alması gerekiyordu. Bu işlemleri yaptıktan sonra, suyun yokluğundan dolayı atmosfer inceldiği için, yaşadığı 1000 daireli apartmandan yeryüzüne çıkarken, sıcağa ve ışığa karşı dayanıklı üniformasını giymesi gerekiyordu. Ve apartmandan dışarı çıktığında, herhangi bir taşıta sahip olmadığından, işe gitmek için yeraltındaki hızlı tren istasyonuna inmesi gerekiyordu.
KA-241’in hayatı ışık hızındaki trenlerin geçtiği istasyona kadar günlük seyrindeydi. Ta ki trenin geleceği tünelin bir ucunda kırmızı bir ışık yansıması görünene dek. Bir anda etraf alevle kaplandı ve istasyonda bekleyen herkes alevin itkisiyle yere düştü. KA–241 hayatında, ilk kez böyle bir canlı görüyordu. Kıpkırmızı pullu derisi ve iğrenç bir yüzü vardı. Uzunlamasını gövdesinin iki yanında ihtişamlı yırtıcı kanatları da cabası. KA-241’in içinde bir kıpırtı oldu ancak sarsılmanın etkisiyle olduğunu düşünüp istasyondan en hızlı şekilde nasıl çıkabileceğini düşünmeye koyuldu. Ancak kırmızı dev yerinde durmuyordu. Koca cüssesiyle istasyonun tam ortasında durdu ve etrafa hızla göz attı. İstasyondakilerin çoğu donuk gözlerle yaratığı izliyordu, KA–241 hariç. O çoktan çıkışa yönelmişti. Ancak kızıl dev kocaman kanatları sayesinde istasyonun çıkış kapısına ondan önce vardı. Ancak istasyonun çıkışı dar gelmişti dev kanatlı yaratığa. Etrafa alevler saçarak ve tepinerek istasyonu sallamaya başladı. Yeraltındaki hızlı tren istasyonu çökmeye başlamıştı, kızıl dev dışarı çıktığında. KA–241, damarlarındaki adrenalin dozunun artmasıyla öyle hızlı koştu ki, kızıl devin hareketleri yavaş kaldı onun yanında.
Alev saçan kızıl yaratık, kanatlarını ve kuyruğunu etrafa sallayarak, apartmanın önündeki meydanda etrafı koklamaya başladı. KA–241, bu durumu fırsat bilip arkasına baktığında tren istasyonunun yıkıldığını ve tek kurtulanın kendisi olduğunu anladı. Ve kızıl cüsse kanatlarını açarak güneşe doğru uçmaya başladı, uçtu, uçtu, uçtu ve güneşin ışınları arasında kayboldu. Arkasında tüm olayı gören tek bir tanık bırakarak.
KA–241, polis departmanından içeri girdiğinde saat çoktan 8 olmuştu. Geç kaldığını bildiği için müdürün odasına girip açıklama yapması gerekiyordu. Departman müdürünün odasına girer girmez, müdür konuşmaya başladı:
— KA–241, acilen suçlular bulunmalı. Bu robot ayaklanmasından beri görülen en büyük terör eylemi. Bu olayın tek sağlam tanığı da sensin. Ne büyük şans ki, sen polis departmanımızın bir ferdisin. Senden tek istediğim; bu garip kızıl terör aygıtını toplum içine salanı bulman. Bunun için sana bazı yetkiler vereceğim. Senin kademeni dedektifliğe yükseltip özel araç tahsis ettireceğim; tabi bu olayı araştırmayı kabul edersen?
KA–241, kademe yükselmesinin maaş ve otorite artışı demek olduğunu bildiği için hemen kabul etti müdürün teklifini.
Müdür, KA-241’in eline olay raporunu ve bir tabanca tutuşturup onu kapı dışarı eder. Elindeki tabancanın uzun süredir kullanılmadığı belliydi. Ancak müdürün niye böyle eski bir asayiş aletini eline verdiğini anlamamıştı. Diğer elindeki elektronik rapora baktı. Nerdeyse tümüyle doluydu. Kızıl devin rotası. Nerden geldiğinden nereye gittiğine. Hatta azmettiricinin bulunma ihtimalinin yüksek olduğu bölgenin adresi bile vardı. KA–241, kademe artışının heyecanıyla hemen işe koyulmak için ona tahsis edilen aracın yanına gitti. Polis departmanının garajında kendisini son model zırhlı bir polis arabası bekliyordu. Hemen arabaya atlayıp azmettiricinin olma ihtimalinin yüksek olduğu adrese, raporda yazdığına göre kızıl yaratığın son görüldüğü yere, gitmek için yola koyuldu.
KA-241’in vardığı yer, dedesinin onu Genetik Islah ve Eğitim Dairesi’nden aldığı ilk gün, ona bahsettiği göldü. Dedesi genetik iyileştirme sürecinden önce doğduğu için ara sıra mantıkdışı şeyler diyordu. Anlattığına göre ilk insanlar bu gölün etrafında ortaya çıkmıştı ve taşlarda yaşamaya başlamıştı. KA–241 bunların saçmalıktan başka bir şey olmadığını genetik düzenlemeleri sayesinde biliyordu. Hatta daha gerçekleşmemiş olayların sonuçlarını, robotların başkaldırısının başladıktan kısa süre sonra bir anda biteceği, genetik kodlarına daha embriyo iken işlemişlerdi KA-241’in beynine.
Göle vardığında azmettiricinin bulunduğu bölgenin işaretli olduğu yerin gölün içinde olduğunu fark etti. Tekrar polis arabasına atlayıp, arabayla suya daldı. Göl çok derin gözüküyordu ancak göle dalar dalmaz bir kapı çıktı karşısına. Kapıdan arabayla girdiğinde, kapı ardından kapandı. Bir sürü ışık parlayıp söndükten sonra, önünde yeni bir kapı açıldı. Gölün içinde olmasına rağmen önündeki kapının ardında havadar geniş bir salon vardı. KA–241 arabadan inip salona yöneldi. Salonun iki tarafında demir parmaklıklar vardı. Birkaç adım ilerledikten sonra sol tarafındaki demir parmaklıkların ardında kızıl devi gördü. İstasyondaki halinden farklıydı sanki. Yüzündeki çirkin ifade yok olmuş, gözleri garip bir ışıkla aydınlanmıştı. Kırmızı devin hemen önünde bir tabela vardı. Kocaman yazılarla ‘Dragon – Çin’ yazıyordu. KA–241, yazıyı rapora not etti ve salonda yürümeye devam etti. Etrafı incelemek için sağa sola baktığında demir parmaklıklar arasında daha enteresan yaratıklar görüyordu ve önlerindeki anlamsız tabelaları okumaya çalışıyordu.’Trol – Finlandiya’, ‘Mantikor – Yunanistan’, ‘Sfenks – Mısır’… İçinde enteresan bir kıpırtı vardı, öncekine benzer. Ancak bir türlü nedenini açıklayamıyordu.
Salonun en sonuna vardığında kocaman bir kapı çıktı karşısına. Kapıyı iterek açtı. Az önce geçtiği salon kadar geniş bir salon vardı karşısında ve içeride büyük taştan bir tahtta oturan gözlüklü beyaz saçlı bir adam duruyordu. Adam, KA–241 gibi güneş koruyucusu giymiyordu, galiba üstünde eskilerden kalma bir takım elbise vardı. Adam konuşmaya başladı:
— Geleceğini biliyordum, âdemoğlu. Büyük ihtimal ikimiz kaldık. Merak ediyorsundur herhalde, ‘içeride gördüklerim ne diye?’.
KA–241 onun azmettirici olduğunu fark etti ve polis departmanındaki görevi için ona verilen elektronik rapordaki boşluğu doldurmak için sordu:
— Adınız ne? Diye.
— Demek merak etmiyorsun bu olanların amacını. O zaman biraz özet geçeyim sana. Her şey su kıtlığıyla başladı. Bilim adamları insanın aciz olduğunu düşünüp onun gibi düşünebilen bir makine yapmaya karar verdiler. Ve robotları yaptılar. Robotların insandan hiçbir eksiği yoktu hatta fazlası vardı. Üstün zekâları besin ve suya ihtiyaç duymamaları üstünlükleriydi. Ve yeterince çoğalınca ‘bu üstünlüğümüz varken niçin köle olalım.’ dediler. İnsanlara savaş aç…
— Adınız ne? Diye bağırarak sözünü kesti adamın KA–241.
— Biraz sabret. Nasıl olsa, sonumuz yakın. İnsanlara savaş açtılar. Ancak bu şekilde insanları yenemeyeceklerini düşünerek strateji değiştirdiler. Herkesin robot saldırısının bittiğini sandığı gece Genetik Islah ve Eğitim Evi’ni insan kılığına girerek ele geçirdiler.
— Dediklerin saçmalıktan başka bir şey değil, diyerek tabancayı adama doğru doğrulttu KA–241. Elinde silahla bağırdı adama:
— Hemen adını söyle terörist! Diye.
Salon bir kahkahayla inledi. Adam, alaycı ve otoriter bir tonla devam etti sözlerine:
— Terörist ha! Senin de onlardan bir farkın kalmamış anlaşılan. Neyse son sözlerim büyüler belki seni de uyanırsın. Ancak bir sorunları vardı. İnsanların robotlar ilk doğduğundan beri belirlediği üç kural. Robotlar programları değiştirilmedikçe bu üç kuraldan sapamıyorlardı. Ve fabrika haline getirdikleri Genetik Islah Evi’nde ilk isyancı robotlara ait program yeni insan kılığındaki robotlara yüklenemiyordu. Bu yüzden insanları birbirine öldürtmekten başka çareleri yoktu. Ve seni de beni öldürmen için gönderdiler. Ben de son insanlardan olduğumu bildiğim için insanların robotlardan tek üstün yanı üzerine çalıştım: Hayal gücü üzerine. İçerde demir parmaklıklar ardında gördüklerin insanlık tarihinin tüm hayal gücüdür. Elimin altındaki şu tuşla hepsi özgür kala…
Adam sözünü bitirmeden tabanca sesi yankılandı salonda. KA–241 tetiğe basmıştı. Teröristin daha çok insanı öldürmesine izin veremezdi. Ancak kaçık çoktan düğmeye basmıştı.
Gölün içindeki platform hareket etmeye başladı. Yükselerek su yüzeyine çıkmıştı. Tüm duvarlar ve tüm parmaklıklar yıkılıp bir anda tüm yaratıklar etrafa dağıldı.
KA–241 platformun üstünde tek başına donakaldı. Ailesi tarafından ilk sipariş edildiğinde konulduğu kavanozun içindeki hareketsizlikle. Etrafına dikkatlice baktığında gölün kenarında polis departmanı müdürü ve yanında bir karaltı gördü. KA–241 görevi tamamladığını söylemek için oraya yöneldi. Yaklaştıkça yanındaki karaltı eski metal bir kutuya benzetmeye başlıyordu.
KA–241 müdürün karşısına geldiğinde, müdürün konuşkan çenesi hiç açılmadı. Ancak yanındaki paslı metalik kutu garip bir gıcırtıyla açıldı. İçinden çıkan bir namlu KA-241’e yöneldiğinde metalik bir ses duyuldu:
— O haklıydı…